CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu “CHP’nin lideri şu olsun, bu olsun diyenler gelsin mücadelemize katılsın. Kılıçdaroğlu’nun asla koltuğa yapışmak gibi bir duygusu yok, bunu iddialı şekilde söyleyebilirim” dedi.
Sözcü yazarı Ruhat Mengi’nin sorularını yanıtlayan Kaftancıoğlu, İYİP Genel Başkanı Meral Akşener’in açıklamalarına ilişkin “ne Sayın Kılıçdaroğlu, ne ben, ne de Cumhuriyet Halk Partililer bu milletvekillerini bir diyet olarak vermedik” dedi. Kaftancıoğlu önümüzdeki yerel seçimler için “mutlaka bir İstanbul ittifakı yine olacaktır” ifadesini kullandı.
Kaftancıoğlu seçim sonuçlarına ilişkin “Biz seçimi kazanacağımıza inandık, 86 milyonun kazanacağına inandık ama bu seçimin 2 turlu bir seçim olduğunu ne yazık ki unuttuk. Aslında toplumdaki hayal kırıklığının en büyük sebeplerinden biri bu bana sorarsanız” dedi.
Mengi’nin Kılıçdaroğlu genel başkanlığa aday olmazsa Oğuz Kaan Salıcı’yı destekleyeceğine yönelik iddialar üzerine sorusu üzerine Kaftancıoğlu “Hayır” yanıtını verdi ve parti içinde yapılardan, kişilerden ve kliklerden uzak durduğunu belirterek “Tamamını reddediyorum. Tam da benim değiştirmek istediğim şey, değişimin de bu olduğuna inanıyorum” dedi.
Kaftancıoğlu “Kim derse desin parti içi konuşulması gereken konuların -bakın genel siyasete dair demiyorum, kamuoyuna dair demiyorum- kamuoyu üzerinden konuşulmasını yanlış bulurum. Bunu bugüne kadar bir kez bile yapmadım, bundan sonra da yapmam. O zaman ben örgütlü mücadeledeki süreci zayıflatmış olurum” ifadelerini kullandı.
“Dışardan insanlar ‘CHP’nin lideri şu olmalı, bu olmalı’ diye konuşanlar eğer buna inanıyorsa gelsin örgütlü mücadelemize, birlikte mücadele edelim” diyen Kaftancıoğlu “Kemal Kılıçdaroğlu’na bugünlerde ‘gitmeli, bırakmalı’ diye bence yakışmayacak bir şekilde itibarsızlaştırılıyor, bunun korkunç karşısında olduğumu bir kez daha söylemek isterim” diye belirtti.
Kaftancıoğlu, zaman zaman aralarında gerginlik yaşandığı iddia edilen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na da göndermede bulundu. Kaftancıoğlu, “Kendimden örnek vereyim, Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan olmasaydı Cumhuriyet Halk Partisi’nde benim gibi bir siyasi aktör -beğenirsiniz, beğenmezsiniz- olamazdı. Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan olmasaydı çok büyük ihtimalle Ekrem İmamoğlu profilinde birisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olamazdı. O zaman da mesela “sağcıydı” derlerdi, eş dost, tanıdık, il başkanı, yakını kim ise getirir onu belediye başkan adayı yaparlardı” dedi.
Mengi’nin yönelttiği sorular ve Kaftancıoğlu’nun yanıtlarından bir bölüm şöyle:
Peki siz yerel seçimlere 9 ay kala Ekrem İmamoğlu’nun “değişim” derken genel başkan değişikliğinden söz etmesini doğru buluyor musunuz?
Şöyle, sizin algıladığınızla benim algıladığım biraz farklı olabilir. Biraz önce söyledim, örgüt içi meselelerin kamuoyunda konuşulmasını doğru bulmam, kim olursa olsun, kim yaparsa yapsın. Ekrem Bey de genel başkanlıkla ilgili bir söz etmedi, parti içinde bir değişim; fikirsel değişim, birçok ayakları olan bir değişim olması gerektiğinden söz etti, aynı şeyi ben de söylüyorum, Genel Başkan da söylüyor. Belki tek farkımız bizler parti içi kurullarda bunu söylüyoruz, Ekrem Başkan bunu kamuoyuyla paylaşıyor ama bir yerde “benim kastettiğim şey genel başkanlık değil” dediğini biliyoruz.
Şu anda topluma; İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP Grup Başkanı Özgür Özel arasında genel başkanlık konusunda rekabet var gibi bir hava yansımıyor mu?
Partide kurultay var, kurultayda herkesin çıkıp genel başkan olma hakkı var. İnsanlar yarışır, kurultayda örgüt kime teveccüh gösterirse o genel başkan olur. Ama bu süreçleri kamuoyunda tartıştırmadan yürütmek en ideali olur. Her şeyden, kişilerden daha önemli olan şey Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurumsal kimliğidir. Yani bizim kamuoyunda birbirimize dönük söylemlerimiz ya da kamuoyunda “öyle olmasa bile öyle algılanıyor” dediğimiz durumlar kişilere kısa vadeli faydası var gibi gelebilir ama uzun vadede Cumhuriyet Halk Partisi’ni yıpratır. Sadece onları kastederek de söylemiyorum, parti içi meseleleri dışarda konuşan herkesi kastederek söylüyorum.
Sosyal medyada “asla umutsuz olmayın” çağrısı yaptınız, “umut bir çiçek yeniden yeşerecek” dediniz, sizce kitleler bu umudu taşıyor mu ve bu kadar kısa zamanda umut nasıl yeşerecek?
Olur, olur. Bakın şöyle örnek vereyim; 2018’de Cumhurbaşkanı seçimini kaybettik değil mi, ardından yine Cumhuriyet Halk Partisi’nde böyle hararetli bir süreç yaşadık, o dönemki umutsuzlukla bu dönemki umutsuzluk arasında hiçbir fark yok. O zaman da “biz öfkeyi umuda çevireceğiz” demiştik, bugün daha fazla zamanımız var, örgütlü mücadelelerde şunu hep deneyimlemişizdir, dünyada da böyledir; eğer siz güçlü bir şekilde kendi içinizde süreci, girecek koşulları oluşturursanız, topluma güven verecek unsurları oluşturursanız istediğiniz sonucu alabilirsiniz. Vatandaşlar öfkeyi çok hızlı satın alırlar ama umudu da hiç beklemedikleri anda içlerinde bulurlar. 2018 seçimlerinden sonra “sandığa gitmeyeceğim” diyen seçmen çok daha fazlaydı. Biz 2018’den sonra bunu başardıysak şimdi niye başarmayalım, başarılır.
Geçen seçimlerde kara propagandada bu kadar ileri gitmemişlerdi, bu yerel seçimlerde hakarette, iftirada daha ileri gidileceği şimdiden görülüyor.
Niye, çünkü çaresiz, ekonomiye dair süreçte bir şey yapamıyor. Önlemlerimizi alacağız, ne gerekiyorsa. Yerel seçimin kaybedilmesi toplum için de çok kötü olacak. Din nedir; inananla-inandığı arasındaki doğrudan ilişkidir değil mi? Devletin dini olmaz, devletin dini adalettir. Devlet bütün inananların inandığıyla arasındaki duygu bağını oluşturması için kolaylaştırıcı olmak zorundadır. İbadet yeri ihtiyacı varsa onu yapmak zorundadır, inancının gereğini yere getirmek için her türlü hakkı ona vermelidir, tam da bunu değiştirmek için siyaset yapmak lazımdır. İnanç veya dinin bir insanın oy vermesi için kullanılması ne kadar acı bir şey.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener “İstanbul HDP sayesinde kazanılmış, o zaman size bundan sonra hayatta başarılar” dedi. Böylece yerel seçimde CHP ile bir araya gelmeyeceklerini ima etmiş oldu. Bu gerçekleşirse seçime yansıması nasıl olur? Sizce yine bir ittifak olacak mı?
Şunu söyleyeyim; Sayın Akşener’in kurultayda yaptığı konuşmaya dair yorum yapmayı doğru bulmam, o mutlaka kendi inandığı şekilde söylemiştir. Ancak ben kendi perspektifimden inandığım şeyleri söyleyeyim; örneğin “İstanbul’da biz İstanbul İttifakı ile kazandık” dedik sürekli. İstanbul İttifakı neydi; İstanbul’da bütün siyasi partilere oy vermiş seçmenlerle oluşturduğumuz, onu etkili bir çalışmayla oya dönüştürdüğümüz, adayımızın başarılı bir çalışmasıyla, bizlerin de hep beraber oylara sahip çıkmasıyla aldığımız bir sonuçtu. Dolayısıyla, bu yerel seçimlere giderken de henüz gerçekleşmemiş ittifaklar üzerinden yorum yapmayı doğru bulmam ama şunu söyleyebilirim; önümüzdeki yerel seçimlerde yine İstanbul İttifakı diye tarif ettiğimiz resmi ittifaklar nasıl olur olmaz ona dair bir şey söyleyemem ama mutlaka bir İstanbul ittifakı yine olacaktır. Resmi ittifakların ne olup olmayacağına günü geldiğinde yine liderler karar verir ve İstanbul ittifakı dediğimiz o toplumsal uzlaşı zemininde İstanbul’u alacağımızı düşünürüm.
Sayın Akşener daha önce CHP’nin İYİ Parti’ye vererek Meclis’e girmesini sağladığı 15 milletvekiliyle ilgili olarak da “diyetini hala ödeyemedik” dedi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben saygı duyarım, kendi görüşü olarak pişmanlık duyabilir ama ben de o 15 milletvekilinin verildiği partinin bir İl Başkanı olarak şunu söyleyebilirim; ne Sayın Kılıçdaroğlu, ne ben, ne de Cumhuriyet Halk Partililer bu milletvekillerini bir diyet olarak vermedik, ya da “size bunu veriyoruz ama sonrasında bunu hatırlatırız” duygusu aklımıza gelmedi. Ben o milletvekillerimizin nasıl ağlayarak gittiğinin tanığıyım, biz Türkiye demokrasisine katkı sunsun, herhangi bir siyasi partinin seçime girme hakkı engellenmesin diye verdik. Orada Sayın Akşener belki televizyondaki tartışmaların etkisiyle veya kim ne söylediyse öyle düşünmüş olabilir ama Cumhuriyet Halk Partisi’nde liderimiz ve bizler bunun demokrasiye katkı olsun diye verildiğinin bizzat tanığıyız.
Millet İttifakı’nda 6 parti ve iki belediye başkanı olmasına rağmen seçimin bütün faturasının bir anda Sayın Kılıçdaroğlu’na kesilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bakın ben size kendimden bir örnek vereyim, AKP yargısı nedeniyle 4 yıl boyunca hiçbir şey yapamıyorum. Seçimler bitti, vatandaşlarımız gibi benim de üzüntümün, öfkemin karşılığı yok. 6 yıldır işimden, ailemden, sosyal yaşantımdan taviz vermişim ve 4 yıl boyunca siyasi yasaklıyım. Kazanılmış bir hakkım hukuksuz gasp edildiği için İl Başkanlığı’na devam ediyorum ama yeniden bir yere seçilebilme hakkım yok. Benim duygum “Canan sen toplum için elinden geleni yaptın, biraz da başkaları yapsın” deyip gitmekti ama ben bile kongrelere kadar bırakıp gidemedim. Bunun adı nedir biliyor musunuz; sorumluluk. Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu, konuşuluyor, “10 seçim kaybetti, 12 seçim kaybetti”, bunu söyleyen partililere söylüyorum, sanki Kılıçdaroğlu genel başkan oluncaya kadar her seçimde CHP kazanıyordu, yüzde 30-40’lar oyu vardı da, Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra seçimler kaybedilmeye başladı. Bugünü dünle birlikte bütünleştirip değerlendirmeniz lazım. Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla birlikte partinin oyları arttı mı arttı ve artmaya devam ediyor (AKP’nin oyları ise sistematik bir şekilde düşüyor), 2019’da tarihi bir yerel seçim başarısı kazanıldı mı kazanıldı, vatandaşla buluşmadaki zemin genişliği her geçen gün artıyor.
Bunlar olurken seçimin faturasını bir kişiye kesmek yanlıştır. Kazanılınca “ben kazandım”, kaybedilince “ben kaybetmiyorum”, böyle bir şey olabilir mi? Kazanılırsa hep birlikte kazanılır, kaybedilirse de hep birlikte kaybedilir, herkes üzerine düşen sorumluluğu alır. Kılıçdaroğlu’nu tanıyan biri olarak asla koltuğa yapışmak gibi bir duygusu olmadığını bizzat biliyorum, bunu iddialı söyleyebilirim. Kılıçdaroğlu örgütünü dinleyecektir, örgütü kendisini adaylaştırırsa o sorumluluktan kaçmayacaktır, örgütten aksi yönde bir ses gelirse de aday olmaz. Yani Kılıçdaroğlu’nun kendisinin aday olması gibi bir durum olmaz.