Akşener’in konuşmasından satır başları şöyle:

Bugün, Öğretmenler Günü. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek mimarlarının günü. Bugün, hayatın her alanında, atılan her büyük adımın arkasında, emeği olan öğretmenlerimizin günü. Sanayici de onlardan öğrendi, ticaretle uğraşan da… Diplomatımız da onların tedrisatından geçti, gazetecilerimiz de… İşçimiz de öğrenci oldu, işletmecimiz de…

Bu ülkede, ter döken, katma değer üreten, taş üstüne taş koyan her bir vatandaşımız, mutlaka bir öğretmenimizin ışığından faydalandı. Atatürk diyor ki; “Bir millet, savaş meydanlarında, ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi, ancak eğitim ordusuyla mümkündür.” Genç Cumhuriyetimizin sağlam temellerinde, Türkiye’nin bugününde ve yarınında, o eğitim ordumuzun, öğretmenlerimizin payı çok büyük. Bu vesileyle, bir öğretmen olarak, içinde bulundukları zor şartlara rağmen, Atatürk’ün kendilerine emaneti olan o kutlu sancağı dik tutan, tüm meslektaşlarımın gününü kutluyor, onlara en kalbi şükranlarımı sunuyorum. İYİ ki varsınız!

Hazreti Ali der ki; “Bana bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olurum.” Ne muhteşem bir söz değil mi? Ama maalesef, bu muhteşem sözden feyz alamayanlar, öğretmenlerimizi hep hor gördüler. Buradan iktidardakileri uyarıyorum; Kurt kışı geçirir ama, yediği ayazı unutmaz. Öğretmenlerimiz de, onlara reva gördüğünüz bu 18 yılı,hiç ama hiç unutmayacak. Ay sonunu getiremediği için, ek iş yapmak zorunda kalışını, asla unutmayacak.

Öğrencisiyle pazardaki tezgahının başında karşılaşınca, yüzünü saklayışını, asla unutmayacak. Bu kadar kutsal bir mesleği, mevsimlik işçiliğe çevirenleri, asla unutmayacak. Sözleşmeli öğretmenlik diye bir saçmalık uydurup, onları güvencesiz bırakanları, asla unutmayacak. Çektikleri çileye rağmen, onlara gösteriş meraklısı diyen bakanları, asla unutmayacak. Onlar sizi unuttu, ama biz unutmayacağız.

Biz, “Her şartta ilim.” diyen Peygamber efendimizin buyruğunu unutmayacağız. Biz, Başöğretmenimizin vizyonunu unutmayacağız. Biz, Cumhuriyetimizin mimarları öğretmenlerimizi unutmayacağız. İYİ Parti iktidarında, öğretmenlerimizin zincirlerini kıracağız. İktidara geldiğimizin ertesi günü, o sözleşmeleri yırtacağız. Öğretmenlerimizi hak ettikleri kadrolara kavuşturacağız! Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Önceki gün Akdeniz’de yaşanan olay, bizim için bir milli güvenlik meselesidir. Alman fırkateyninin, Yunanlı bir komutanın yönetiminde, Türk bandıralı gemimizde yaptığı hukuksuz arama, bir anlamda sınır ihlalidir. Çünkü, uluslararası sulardaki bir gemi, bayrağını taşıdığı ülkenin toprağı kabul edilir. Herhangi bir şüphe olması durumunda, yapılması gereken, Türkiye’ye bilgi verilmesi, Türk makamlarının da gerekli prosedürü çalıştırmasıdır.

Ne var ki, tam aksini yapıp, baskın yapmayı tercih ettiler. Bunu, basit bir işmiş gibi geçiştiremeyiz. Hükümetten, uluslararası hukuktan doğan haklarımızın, hukukumuzun korunması için, gerekli adımları atmasını bekliyorum.

Ayrıca bu vesileyle, Avrupa Türk Konfederasyonu’na bağlı derneklerin, Almanya ve Fransa’daki etkinliklerinin yasaklanmasını da kınıyorum. Mesela Almanya’da, yasalar gereği, Avrupa Türk Federasyonu’na bağlı vatandaşlarımız, kendilerini “Vatansever” olarak tarif ederler.

Toplantılarında, yaşadıkları ülkenin bayraklarını asmayı eksik etmez, yaşadıkları ülkelerin yasalarına ve geleneklerine saygı gösterirler. Avrupalı Türklerin bu zarif tutumlarına rağmen, Almanya ve Fransa hükümetleri, Türk Bayrağı’ndan rahatsız oluyorlarsa, diyecek bir şey yok. Ancak, bu kararların ardında başka hesaplar varsa, şimdiden uyarmak istiyorum; Medeniyetleriyle övünen her iki ülkenin bu kararı, her şeyden önce insan hakları ihlalidir. Avrupa’da yaşayan Türklerin temel haklarını yok saymak, milletlerimiz ve ülkelerimiz arasındaki ilişkilere zarar verir.

Hiçbir Avrupalı iktidar da, Türk düşmanlığını iç siyaset malzemesi yaparak bir şey kazanamaz. Buradan ilan etmek isterim ki; Siyasi pozisyonları ne olursa olsun, Türk Konfederasyonu üyesi vatandaşlarımızın sonuna kadar arkasındayız. 

Biliyorsunuz, pandemi nedeniyle, Türkiye diken üstünde. Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara göre, vaka sayılarında, salgını yoğun yaşadığımız Nisan ayının bile üstüne çıktık. İlk günden beri yaptığımız bir öneri var; “En az 2 hafta karantina ilan edin, bu iş kontrolden çıkıyor.” diyoruz. Haklı çıkmaktan da çok üzgünüz.

Çünkü kaybettiğimiz canlar bizim canımız. Ama görüyoruz ki, iktidar hala pansuman tedbirlerle durumu idare etmeye çalışıyor. Buradan Sayın Erdoğan’a bir kez daha sesleniyorum; Gelin, en az 14 günlük bir karantina uygulayın. Aşı umuduna kadar Türkiye rahatlasın. Ama bunu yaparken, işletmeleri ve çalışanları ayakta tutacak tedbirleri almayı ihmal etmeyin. İşletmelere nakit desteği verin. Çalışanlara nakit desteği verin. Biz bu konuda ısrar ettikçe, beyefendilerin ilk tepkileri işin ekonomik boyutu oluyor. Oysa, Türkiye’nin parası var. Türkiye’nin gerekli desteği verecek gücü var.

Bütün mesele iktidarın kimi tercih ettiği… İktidar, 19 yıldır yaptığı gibi, eşini dostunu, müteahhidini mi tercih edecek? Yoksa milletini mi tercih edecek? Bu kadar basit.

İktidarın bu yanlış tercihinin sonuçlarını, hep birlikte yaşıyoruz. Yarım yamalak alınan önlemler, destek görünümlü krediler yetmiyor. İşletmeler kapanıyor. Vatandaşlarımız işsiz kalıyor. Devlet, bu günler için var. Devlet, bugünlerde elini taşın altına koymak için var. İktidar işini yapmadıkça olan milletimize oluyor.

Maalesef bu durum bir zihniyet meselesi. 19 yılın sonunda bu zihniyetin bizi getirdiği nokta çok açık; Dün biriken ne varsa sattılar, Bugün de geleceğimizi ipotek altına alıyorlar. Dün zaten gitti, bugün zarardayız ve bu yönetim anlayışıyla, yarınımız da artık tehlikede. Ülkesinin geleceğini düşünen, ülkesini kalkındırmayı hedefleyen bir anlayış, öncelikle çocuklarına yatırım yapar. Gelişmiş ülkelerde çocuk haklarının gelişmiş olmasının, çocuklara yatırım yapmaya büyük önem verilmesinin, temel sebebi işte budur. Atatürk’ün de, Cumhuriyet’in daha ilk yıllarında, çocuklarımıza ve gençlerimize büyük önem vermesinin sebebi de tam olarak budur. Çünkü çocuklarını düşünmeyen bir zihniyet, geleceği inşa edemez. Ne yazık ki çocuklarımıza gereken önemi vermiyoruz. UNICEF’in 2020 raporuna göre, Türkiye, 41 ülke arasında, çocuk politikaları konusunda, maalesef en başarısız ülke. Çocuklarımızın üçte biri, yoksulluk sınırının altında yaşarken, yalnızca yüzde 53’ü hayatından memnun. Bu oran Hollanda’da yüzde 90, Meksika’da yüzde 86, Hırvatistan’da yüzde 82. TÜİK’in verilerine göre; 5-17 yaş grubunda, çalışan çocuk sayımız 720 bin. Aralarında 5 yaşındaki çocuklarımız bile var… Resmi rakamlar böyleyse, gerçeğini siz düşünün.