Akşener: Artık, bir seçim yapmak lazımdır. Artık, kişisel hesapları bırakıp, millet için, memleket için, gerekeni yapma zamanıdır

Akşener: Artık, bir seçim yapmak lazımdır. Artık, kişisel hesapları bırakıp, millet için, memleket için, gerekeni yapma zamanıdır

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener,partisinin grup toplantısında konuşuyor.

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesinin üzerinden 61 gün geçtiğini belirterek Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a seslenen İyi Parti lideri Akşener, “61 gün oldu Sayın Erdoğan! Dile kolay, tam 61 gün… Kuklalar tutuklandı, kuklacılar serbest. Maşalar tutuklandı, maşayı tutanlar serbest. Tetikçiler tutuklandı, azmettirenler serbest” dedi. Akşener, “Sayın Erdoğan söylesene; yargının işini yapmasına neden engel oluyorsun? Söylesene kimden, kimlerden korkuyorsun! Söylesene dorumluluktan kaçarak, olanları örtbas edebileceğini mi sanıyorsun?” sorularını sordu; “And olsun, şart olsun ki Sinan Ateş’i unutmayacağız, unutturmayacağız. Çevrilmek istenen dümenleri kabullenmeyeceğiz! Gerçekler ortaya çıkana kadar bu olayın peşinde olacağız!” dedi.

Akşener’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

Erdoğan’a Sinan Ateş tepkisi: Kuklalar tutuklandı, kuklacılar serbest; 61 gün oldu, yazıklar olsun!

“Başkent’in göbeğinde; bir evlada, bir babaya, bir eşe, bir kardeşe, Sinan Ateş’e kıyılmasının üzerinden, tam 61 gün geçti. Aşağılık bir suikastın, faillerinin ellerini kollarını sallayarak gezdiği ve hiç kimsenin bu hainleri bulmak için kılını bile kıpırdatmadığı tam 61 günü geride bıraktık. Devleti yönetenlerin mafyalara, simsarlara, uyuşturucu kaçakçılarına bir kez daha boyun eğen acizliğiyle tam 61 gün geçirdik. Geçen bu 61 günde; Adaletsizlik, daha da derinleşti. Hukuksuzluk, daha da belirginleşti. Arsızlık daha da normalleşti. Daha önce de bu kürsüden söylemiştim: ‘14 Mayıs’a kadar, her konuşmamda Sayın Erdoğan’a aynı soruyu soracağım’ demiştim. Sinan Ateş’in katillerinin peşini bırakmayacağıma söz vermiştim. Adalet yerini bulana kadar her hafta Sinan Ateş’i hatırlatacağıma söz vermiştim. Bu adaletsizlik karşısında, asla susmayacağıma, söz vermiştim. Nitekim bugün, ben yine bu sözün gereğini yapacağım. Sayın Erdoğan! Peki ya sen? Haksızlığa boyun eğmeğe devam edecek misin? Adaletsizliğe teslim olmaya, devam edecek misin? Vicdansızlığa sahip çıkmaya devam edecek misin? 61 gün oldu Sayın Erdoğan! Dile kolay, tam 61 gün… Kuklalar tutuklandı, kuklacılar serbest. Maşalar tutuklandı, maşayı tutanlar serbest. Tetikçiler tutuklandı, azmettirenler serbest… Oysa, yargının görevi herkesin bildiği gerçekleri gizlemek değil, o gerçeklere herkesten önce ulaşıp, hakikati ortaya çıkarmaktır. Ancak maalesef katilleri kaçıranlar telefonla, talimat verenler, suçluları koruyup kollayanlar, henüz davada şüpheli bile değil. Sinan Ateş’in ailesinin bildiği gerçekler, yakın çevresinin bildiği gerçekler, hepimizin bildiği gerçekler, henüz daha yargının gündeminde bile değil… Yazıklar olsun!

“Ülkemizi içine hapsettiğin tek adam sisteminde görevini yapabilen tek bir kurum bile kalmadı”

Ülkemizi içine hapsettiğin tek adam sisteminde görevini yapabilen tek bir kurum bile kalmadı. Her kurumun amiri de sensin, memuru da sensin, denetçisi de sensin. Hal böyleyken ben de sana soruyorum, Sayın Erdoğan söylesene; yargının işini yapmasına neden engel oluyorsun? Söylesene kimden, kimlerden korkuyorsun! Söylesene dorumluluktan kaçarak, olanları örtbas edebileceğini mi sanıyorsun? Eğer öyleyse şimdiden söyleyeyim, çoook yanılıyorsun. Çünkü biz adalet yerini bulana kadar unutmayacağız, unutturmayacağız. Bu cinayetin asıl sorumluları ortaya çıkana kadar unutmayacağız, unutturmayacağız. Banuçiçek’le, Bengisu’nun, göz yaşları dinene kadar, unutmayacağız, unutturmayacağız. And olsun, şart olsun ki Sinan Ateş’i unutmayacağız, unutturmayacağız. Çevrilmek istenen dümenleri kabullenmeyeceğiz! Gerçekler ortaya çıkana kadar bu olayın peşinde olacağız!

İktidarın neden olduğu, büyük felaketin yüreklerimizde açtığı yara, her geçen gün daha da belirginleşiyor. Ailesinden, evinden, işinden, aşından olan vatandaşlarımız; yaşadıklarını anlatmak, seslerini duyurmak için çabalıyor. Peki, tüm bu güvensizliğe sebep olanlar ne yapıyor? Sorumluluktan kaçmaya, devam ediyor. Biz, milletçe, hükümetin neden olduğu, bu büyük felaketi iliklerimize kadar hissediyoruz. Ama tek bir hükümet yetkilisi, tek bir siyasi, tek bir bürokrat bile bu hissettiklerimizi hissetmiyor. Hâlbuki; Depreme karşı hazırlık yapmayanlar meydana gelen felaketten, sorumludur. Kurallara, kanunlara, aykırı bina yapanlar yapılmasına, izin verenler, yapılanları imar affıyla affedenler yandaş müteahhitleri besleyenler meydana gelen felaketten, sorumludur. Milletimize, “ev” diye, “mezar” yapılmasında payı olan imzası olan, talimatı olan herkes bu büyük felaketten sorumludur. Afet bölgesi adı altında,  âdeta, bir suç mahalliyle karşı karşıya kalmamıza, sebep olan herkes sorumludur.   Depremden sonra, 72 saat boyunca milletimizin yardımına gidemeyenlerin,  organize olamayanların koordinasyonu sağlayamayanların,  Saray korkusuyla karar alamayanların, Onun yerine de sivil toplumla kavgaya tutuşanların birbirinin söylediğini yalanlayanların interneti kesip, kapılara polis gönderenlerin, tamamı sorumludur. Hele ki sırf, şahsi emellerini gerçekleştirmek için başımıza ucube bir sistemi bela edip, tüm bu keşmekeşin esas müsebbibi olan Bay Kriz baş sorumludur!

“Sayın Erdoğan! Yeter artık! Utanmadan onlardan helallik istiyorsun”

Son 20 yıldır, öyle bir zihniyetle mücadele ediyoruz ki… Gerçekten ibretlik. Bu zihniyetin sahipleri; tüm sorumsuzluklarına rağmen; hiç mi hiç utanmıyorlar. Tüm beceriksizliklerine rağmen; hiç mi hiç yüzleri kızarmıyor. Tüm hatalarına rağmen; aralarından bir kişi bile, istifa etmiyor. Oysa, sorumluluk hissedenler ne yapar? İstifa ederler.  Hukuk önünde hesap verirler. Yani, görev ve sorumluluklarının, gereğini yaparlar. Sorumlu olanlardan, beklenen şey budur. Peki Bay Kriz ve arkadaşları ne yapıyor? Her şeyini kaybetmiş vatandaşlarımızın gözünün içine baka baka, utanmadan kampanya yapıyorlar, utanmadan propaganda yapıyorlar. Utanmadan, yalan söylüyorlar. Bu artık bir algoritma haline geldi… İktidarın beceriksizliği nedeniyle başımıza gelen her felakette önce, Sayın Erdoğan, televizyona çıkıp, milleti tehdit etmeye, suçlamaya başlıyor. Her gün ama her gün durmadan bağırıyor, çağıyor, hakaret ediyor. Doğruları konuşanları bastırmaya, gerçekleri susturmaya çalışıyor. Yetmiyor, hemen gidip, sosyal medyayı kısıtlıyor. Sonrasında ise, baktı olmuyor. İşler istediği gibi gitmiyor. Anketler istediği gibi gelmiyor. Tüm algı operasyonlarına rağmen, gerçekleri değiştiremiyor.  Bu sefer de, yeniden ekranlara çıkıyor ve helallik istiyor… Ne kendisinin ne bir bakanın ne de tek bir bürokratın sorumluluk almadığı yerde çıkıp bir de utanmadan sorumluluğu vatandaşa yıkıyor. Sayın Erdoğan! Yeter artık! Depremin üstünden, 23 gün geçti. Sen ilk gün, ne dedin? “Günü geldiğinde, şu anda tuttuğumuz defteri açacağız.” dedin. Yani bu aziz milleti, düpedüz tehdit ettin. Şimdi hangi yüzle çıkıp da helallik istiyorsun? Daha dün milletimize, “Bunlar kader planında olan şeyler…” diyordun… Bugün çıkmışsın utanmadan onlardan helallik istiyorsun. Daha dün insanlarımıza “ahlaksız, namussuz, adi” diyordun…  Bugün çıkmışsın utanmadan onlardan helallik istiyorsun. Daha dün feryat eden depremzedelere “hain” diyordun. Bugün çıkmışsın utanmadan onlardan helallik istiyorsun. Hem de Adıyamanlı mazlum ve mahrum kardeşlerimizi üç gün boyunca enkazın altında ölüme terk ettiğin için helallik istiyorsun. Üstelik, bunu da sanki önemsiz bir şeymiş gibi, Sanki randevun varmış da 5 dakika gecikmişsin gibi sanki borcun varmış da bir iki gün geç ödemişsin gibi söylüyorsun… Ayıptır, günahtır.

“Bir Allah’ın kulunun bile sorumluluk alıp istifa etmediği yerde helallik istemek yüce Allah’ın ‘adil olun’ emrine apaçık isyandır”

Cürmün ve haramın helalleşmesi de olmaz. Her gün ekranlarda gördüğümüz enkazlar aynı zamanda bu iktidarın suçlarının enkazıdır. Hükümetin başının cürümlerinin ve haramlarının enkazıdır. Bir Allah’ın kulunun bile sorumluluk alıp istifa etmediği yerde helallik istemek yüce Allah’ın ‘adil olun’ emrine apaçık isyandır. İlla ki helallik almak istiyorsan oturduğun yerden olmaz, gideceksin bizzat vatandaşlarımızdan helallik isteyeceksin.

“Öyle korunaklı çadır tiyatrosu mizansenleriyle olmaz”

Öyle korunaklı çadır tiyatrosu mizansenleriyle olmaz. Eğer illaki, helallik almak istiyorsan gideceksin; Maraş’ın tam merkezinde, 15 saat boyunca, enkaz altında kalan yavrusunun,  elini tutup, vinç beklerken,  rahmetli olmasını, izlemek zorunda kalan,  babadan helallik isteyeceksin. Eğer illaki, helallik almak istiyorsan;  Gideceksin; Adıyaman’ın merkezinde, enkazın içinden, ‘Soluyoruz, AFAD nerede?’ diye, sesli mesaj gönderen mazlumların, ailesinden helallik isteyeceksin. Eğer illaki helallik almak istiyorsan; gideceksin Malatya’da tarım arazilerini 15 yıl önce imara açıp, bugün mezara çevirenlerin,yaptığı binalarda 25 saat boyunca enkaz altındaki analarının sesini duyup ellerinden bir şey gelmeyenlerden helallik isteyeceksin.

“Kimsesiz kalan çocuklardan helallik alamazsın”

Adıyaman’a senin getiremediğin vinci, bulup da getiren, ama “valin” izin vermediği için ailesine yetiştiremeyen Nehir’den helallik alamazsın. Enkaz altındaki yakınlarının gün geçtikçe azalan seslerini dinleyenlerden, helallik alamazsın. Kimsesiz kalan çocuklardan helallik alamazsın. Evladını kurtarmak için, yüzlerce kiloluk betonları, tek başına kaldırmaya çalışanlardan, helallik alamazsın. Takdiri çok gördüğün sağlıkçılardan helallik alamazsın. Hayallerini yıktığın gençlerden helallik alamazsın. Çaresizliğe mahkûm ettiğin annelerden helallik alamazsın. Cenazesine kefen arayan babalardan helallik alamazsın. Sevdiklerini battaniyeyle gömenlerden helallik alamazsın. Tuvalet için hijyen malzemesi için çırpınanlardan, helallik alamazsın. Günahına girdiğin, nice masumdan, helallik alamazsın. Dondurucu soğukta, bir çadır peşinde günlerce koşanlardan, helallik alamazsın. Bir damla huzura iki dirhem tebessüme muhtaç ettiğin milletimizden helallik alamazsın. Olmaz. Böyle yüzsüzlük, böyle utanmazlık, böyle terbiyesizlik olmaz, olamaz! Sen haram içinde sefa sürerken, dar günde tek başına bıraktığın milletimizden şimdi çıkıp da helallik alamazsın Sayın Erdoğan!

Bir ülkede demokrasinin gelişmesinin önündeki en ciddi sorun ülkeyi yönetenlerin ahlaki olarak çökmeleridir. Çünkü, demokrasinin, kavramsal temelinde, erdem vardır, ahlak vardır. Ahlak olmayan yerde, demokrasi gelişmez. Ahlak olmayan yerde, yürütme erki, çürütme erkine dönüşür. Hükümetin Başı da, yürütmenin başı değil, çürütmenin başı olur. İşte bugün yaşadıklarımız da, tam olarak budur. Demokrasimizin önündeki en büyük pranga haline gelen,Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile birlikte,  ülkemizin yaşadığı en temel sorunlardan biri, ahlak sorunudur.  Mesela; Üç kuruş fazla para kazanmak için, çürük binalar yapılmasına, izin vermek; sadece bir yönetim sorunu değil; aynı zamanda, bir ahlak sorunudur.  Mesela; Yardım için, seferber olan belediyelerimize;“Siz kimsiniz?” demek; sadece bir kibir sorunu değil; Aynı zamanda, bir ahlak sorunudur.

Kızılay tepkisi: Bir ‘naylon bağış’ kurumuna dönüşmüştü, gelinen noktada tam anlamıyla paravan bir şirket olmuş!

Mesela; Binlerce depremzede kardeşimiz soğukta beklerken,  kendi vatandaşına çadır satmak; sadece bir organizasyon sorunu değildir. Bu, düpedüz bir ahlak sorunudur! 155 yıllık Hilal-i Ahmer, yani Kızılay’ımızda yaşananlara bakın. Hilal’e adanmış tüm hayatların anısına çalışan Türk Kızılay’ı bunların elinde zaten, bir ‘naylon bağış’ kurumuna dönüşmüştü. Belli ki bu da yetmemiş olacak, gelinen noktada tam anlamıyla paravan bir şirket olmuş. Ecdat yadigarı, kötü gün dostu, iyiliklerin sembolü, Türk Kızılay’ı; tümüyle yozlaşmış, çürümüş, bir yer hâline gelmiş. Memleketin, yarasını saracağına, çadır tüccarı olmuş. Düşünebiliyor musunuz? Deprem olmuş. İnsanlarımız, 20 gündür çadır bekliyor. Kızılay ise, deposunda, çadır stoklayıp satıyor. Böyle bir kepazelik olabilir mi? “Gıda stoklanıyor.” diye, memleketi birbirine kattınız.“Soğan stokluyorlar.” diye, depoları bastınız. “Patates stokluyorlar.” diyerek milleti suçladınız, “terörist” ilan ettiniz. Peki şimdi çadır stoklayan Kızılay’a ne diyeceksiniz? Kızılay’ın deposunu da basıp, çadırlara el koyacak mısınız? Stokçu diye Kızılay Başkanı’nı da “aldıracak” mısınız?

“El oğlu dediklerimiz milyarlarca lira yardım parası topladı ama bu ülkenin Kızılay’ı kendi vatandaşına çadır sattı”

“Ak-Kızılay” ne yaptı? Milletimizin, topyekûn darda olduğu bir günde; milletimizin, soğuktan donduğu bir günde; tüm Türkiye’nin, seferber olduğu bir günde;  Alın teri ile emanet edilen, milletin helal yardımlarını, ticari bir şirket gibi, utanmadan satışa çıkarttı. Yabancı ülkeler, hiçbir karşılık beklemeden,  arama kurtarma ekipleri gönderdiler. Düşman diye kötülenenler, seferber olup, yardıma koştular. “El oğlu” dediklerimiz, milyarlarca lira, yardım parası topladılar. Ama bu ülkenin Kızılay’ı, utanmadan, kendi vatandaşına, çadır sattı. 85 milyon tek yürek oldu.  Ama bu ülkenin Kızılay’ı, kendi vatandaşına, çadır sattı.

“Hiç şaşırmadık, Kaşıkçı Davası’nı Suudi Arabistan’a satan yine bu hükumet değil miydi?”

Bu ahlaksızlığa, bu alçaklığa, bu rezalete,  şaşıranlar olduğunun farkındayız. Ama biz hiç şaşırmadık.  Neden şaşıralım? Geçtiğimiz sene, kendi yargısının bağımsızlığını, ihlal edip Kaşıkçı Davası’nı Suudi Arabistan’a satan yine bu hükumet değil miydi?  Memleketi, sığınmacı hendeğine çevirip, Avrupa rahatsız olmasın diye,  milletimizin huzur ve refahını, satılığa çıkaran;  yine bu hükumet değil miydi?  Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını, ev karşılığında, yabancılara satan;  yine bu hükumet değil miydi?  Çukurova’nın tertemiz toprağını, İngiltere’den gelen çöpleri gömmek için satan,  yine bu hükumet değil miydi?  İşte o nedenle biz; Kızılay’ın, bu ülke insanı için ürettiği çadırları,  depremzede vatandaşına satmasına, hiç mi hiç şaşırmıyoruz.  Çünkü, Sayın Erdoğan’ın dünyasında,  bu ülkenin, satılık olmayan hiçbir değeri olmadığını, çok iyi biliyoruz. Nitekim;  bir de çıkıp; “Büyütülecek bir hadise değil. Günün sonunda, vatandaşımıza hizmete gitmiş.” diye, utanmadan, açıklama yaptılar.  Vatandaşa kim hizmet etmiş? Yine vatandaşın kendisi… Para kimin parası? Milletin parası… İşsizlikten kıvranan, gençlerimizin parası… Mutfağı alev almış, annelerin parası… Geçinemeyen, emeklinin parası… Tarlasını süremeyen, çiftçinin parası… Hayatta kalma mücadelesi veren, esnafın, memurun, asgari ücretlinin parası…

reklam
Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?