Ne yazık ki ülke olarak ekonomiden tutun kentsel gelişime, eğitimden tutun sağlık ve tüm alanlara kadar bir plansızlık içindeyiz. Plansız ekonomi, plansız eğitim, plansız kentleşme ve daha sayısız plansız kalkınma alanı, kişiden kişiye, Bakandan Bakana, bir yetkiliden diğerine değişip duruyor. Anlık kararlarla, o an akla gelen fikirlerle ne kentler ne de ülkemizi yönetebiliriz. Kentlerin ve bölgelerin birbirinden haberi yok. Kentlere ve bölgelere yapılacak yatırımlardan, o kentler ve bölgeler için her alanda düşünülen konulardan kentlerin ve bölgelerin kendi yerel dinamiklerinin haberi yok. Ülkeyi kapsayan bütüncül politikalar olmadığı gibi, orta ve uzun vadeli planlarımız da yok. Eğer var olduğu iddia ediliyorsa, neden tüm ekonomik, eğitim, sağlık, hukuk ve benzeri yapısal gücümüzü oluşturan konularda sürekli değişen politikalar yaşıyoruz. Herkes, hatta bireysel olarak bile hayatımızda kendimizi güvende hissedebilmek için orta ve uzun vadede bir şeyleri bilmek ve bunların devam edeceğine inanmak isteriz. Özellikle söz konusu iş dünyası olduğunda, işin içine yatırımlar, üretim, istihdam, ihracat gibi ekonominin ana konuları girince orta ve uzun vadeli planlar çok daha hayati hale gelmektedir. Çünkü planlı olmak bir güvendir, bir tutarlılıktır. Orta ve uzun vadeli planların değişmeden uygulanacağını bilmek bir güven unsurudur. Unutmayalım, ekonomi güven üstüne kurulur. Öte yandan planlı bir ekonomiye, planlı ve uzun vadeli tutarlı ve güven veren politikalara sahip olmak aynı zamanda bir “üretkenlik ve verimlilik” konusudur. Orta ve uzun vadeli ekonomi, sanayi, ticaret, tarım, lojistik plan ve politikaları olduğunda, buna bağlı insan kaynağını yetiştirip eğitim kurumlarını buna göre dizayn edersiniz, eğiticilerinizi buna göre eğitirsiniz, bu rakam, sayı ve gelecek beklentilerine göre işin alt yapısını planlar ve israftan kurtulursunuz. Yoksa olmayan sektörlere insan yetiştirip gençleri potansiyel işsiz hale getirisiniz. Kullanılmayan hava limanlarını alakasız kentlere yaparsınız, kimsenin gidemeyeceği yerlere okullar, yüksekokullar, meslek liseleri açar, bir de içine o bölgede olmayan sektörlerle alakalı bölümler koyarsınız. İşte israf budur, plansızlık budur. Hem paramızı, hem enerjimizi, hem insan kaynağımızı hem de zamana bağlı geleceğimizi israf etmiş oluruz.
DPT yeniden hayata geçirilmeli
İşte bundan dolayı geçmişte eksikleri olsa da büyük işler yapan Devlet Planlama Teşkilatı yeniden hayata geçirilmeli ve bilimsel, uzmanların görüşleriyle, yerel ve bölgesel aktörler işin içine dahil edilerek (kent lobilerinin sadece bizim kentimizde olsun mantığı ile, verimli olmayan, gerçekçi olmayan talepleri değil) Türkiye, her alanda herkese güven ve umut veren, insanlarının önünü görmesini sağlayan planlı bir ekonomiye, planlı bir eğitime, planlı bir sağlık sistemine ve tüm bunların kapsayıcı gücü olan, ruhu olan adil, demokratik ve evrensel bir hukuk sistemine geçmelidir. Bazı planlama kurullarının var olduğu söylenebilir. Evet, kağıt üzerinde bu kurullar varlar. Ama bizlerin tabela kurumlara değil, dediğimiz gibi, siyaset üstü çalışan, bilimsel verilerle çalışan, uzmanların ve yerel dinamiklerin karar mekanizmalarında olduğu, ülkeye ve dünyaya güven veren, gerçek Planlama Teşkilatlarına, Kurullarına ihtiyacımız var. Kişilere bağlı değil, ilkelere ve kurallara bağlı çalışan planlama kurularına ihtiyacımız var.
Mersin Ana Konteyner Limanı Türkiye’nin ihracat hedefleri adına bir zorunluluktur
Bu anlamda, bu konuya bağlı olarak Mersin özelinde bu plansızlığın olumsuz sonuçlarından bir örnek vermek isterim. Ülke olarak, Asya, Avrupa, Afrika, Orta Doğu ve Rusya’nın tam ortasında, gerçekten doğal bir köprü konumundayız. Bu da Türkiye’yi bir lojistik üs yapmaktadır. Türkiye olarak bu gücümüzü, hem kendi üretimimizi dünyaya taşımak, hem de dünyanın yükünü taşımak için kullanmayı hedeflemişiz. İhracata dayalı bir büyümeyi de bir ekonomi politikası yapmışız. Şu ana kadar gayet güzel. Öte yandan, Mersin gibi Türkiye’nin ihracatının ve ithalatının, yani dış ticaretinin giriş ve çıkış kapısı olan Mersin hala Ana Konteyner Limanını bekler konumdadır. Mersin Limanı Türkiye’nin İstanbul’dan sonra en büyük ikinci, Akdeniz’deki en büyük limanıdır. 2 milyon TEU konteyner taşıması vardır. Yeni yatırımlarla bu hacim en fazla 3,5 milyon TEU’ya çıkabilecektir. Yani, var olan limana ne kadar ek yatırım yaparsak yapalım daha fazla bir taşıma hacmine kavuşturmamız mümkün değil. Bundan dolayı Mersin’de yapılması planlandığı ilan edilen Mersin Ana Konteyner Limanı iddia edilen planlı ekonominin ve Türkiye’nin ihracat ve lojistik hedeflerine bağlı olarak acilen Mersin’de hayata geçirilmelidir. Bu, Mersin’i Avrupa’nın ilk 5 limanı arasına sokacak ve ülkenin lojistik ve ihracatta rekabetçiliğini olağanüstü arttıracaktır. Bundan dolayı Mersin Ana Konteyner Limanı Türkiye’nin ihracat hedefleri adına bir zorunluluktur. Talih hazır olana güler derler. Eğer Mersin Ana Konteyner Limanı planlandığı dönemde hayata geçseydi, şu ana pandemi nedeniyle dünyada kırılan tedarik zincirlerinde çok daha lider bir rol üstlenebilirdik. Evet, kırılan tedarik zincirlerinde, özellikle Çin’in boş bıraktığı üretim, ihracat ve lojistik bacağında güzel imkanlar yakaladık ama bunu devam ettirebilmek ve kalıcı hale getirebilmek önemli. Bu yetersiz alt yapı ile bu plansızlık ile bizim hedeflediğimiz, Cumhuriyetimizin hedefi olan Büyük Türkiye olmak yerine, birilerinin bize biçtiği bölgenin küçük, Çin’i olmaya doğru gideriz. Bir zamanlar bize küçük Amerika olacağız masalları anlatıldı. Şimdi de siz bu bölgenin küçük Çin’i olabilirsiniz deniyor. İstediğimiz bu mu? Hayır, biz Mersin iş dünyası olarak gür sesimizle bir kere daha diyoruz ki; Türkiye ve özelinde Mersin; ne küçük Amerika, ne de küçük Çin olacaktır. Biz ekonomisiyle, eğitimiyle, kültürüyle, yaşam kalitesi ve bütün bütüncül kalkınmasıyla Büyük Türkiye olmaya ant içtik. İşte gerçek planlı bir ekonomi başka şeyler için değil Büyük Türkiye hedefiyle yapılmalıdır.
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası
Yönetim Kurulu Başkanı
Ayhan Kızıltan